12. Sosyal medya mutsuz eder mi? Ederse neden kullanıyoruz?
- Cenan Hepdurgun
- 13 Kas 2024
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Kas 2024
Bölümü Dinlemek İçin Bağlantılar:
Otomatik Oluşturulmuş Bölüm Metni:
Matbaanın bulunmasından bu yana iletişimde en büyük sıçrama muhtemelen internet ve sosyal medya sayesinde olmuştur. Bu konuda yazılmış Gutenberg'den Zuckerberge diye bir kitap bile var. Gutenberg'den önce bir kitabın kopyalanması yaklaşık iki ay sürüyormuş.
Şimdi ise iki ay hiç tanınmayan birinin önce dünya çapında ünlü olması, sonra hızla rezil olup linç edilmesi için bile yeterli bir süre. Ne Biliyoruz'a hoş geldiniz. Ben Cenan, bu kanaldaki yayınlarda kendinizi ve çevrenizdeki insanları daha iyi anlamanıza yardımcı olmayı hedefliyoruz.
Bu bölümde 20 yıl önce neredeyse hiç yokken, şimdi çoğu kişinin günlük hayatının önemli bir kısmını dolduran sosyal medyayla mutlu hissetme arasındaki ilişkiyi ele alacağız. İki hafta önce liseden arkadaşlarla buluştuk. Dört kişiydik, biri bilgisayar mühendisi, biri ekonomi alanında akademisyen, biri endüstri mühendisi, bir de psikiyatrist olarak ben.
Lise ekibiyle buluşmaları çok seviyorum çünkü içlerinde tek doktor benim. Doktor ekibi olarak bir araya gelince bizim muhabbetin çoğu ya hastaneyle ilgili ya da tıpla ilgili oluyor. O yüzden başka mesleklerden insanlarla konuşmak ve değişik şeyler duymak bayağı keyifli.
Gerçi bu sefer de kendi aralarındaki bazı konuşmaları ben anlamıyorum ama en azından anladığım kadarıyla bir sürü şey öğrenmiş oluyorum. Bu sefer de bu instagramda boyuna reklamı çıkan işte balon patlatmalı, canavardan kaçmalı oyunların aslında milyonlarca insan tarafından oynandığını, milyarlarca dolar giro yaptığını öğrendim. İnsanlar aslında çok basit ve kendini tekrar eden oyunları saatlerce oynuyor ve zorlandıkları yerlerde bonus diye kullanmak için bir sürü para harcıyor.
Belki oynamışsınızdır, burada bir anahtar nokta var. Oyun tam bölümü geçemediğimiz zaman bizden bir para istemiyor. Öyle olsaydı ben enayi miyim der paramızı vermezdik.
Çoğu oyunda önce biraz bedava oynayıp alışıyoruz, ondan sonra parayı peşin verip ucuza bonusları satın alıyoruz. Sonra da kıl payı bölümü geçemediğimiz zaman o bonusu kullanıyoruz. Böylece enayi gibi hissetmeden paramızı harcamış ve eğlenmiş oluyoruz.
Masadaki arkadaşlardan biri aşırı vakit harcattığı için telefondaki satranç ve su doku dışında bütün oyunları sildiğini söyledi. Bir de şöyle dedi, ya aslında instagramda günde 15 dakika bakıp çıksan dünyanın en iyi şeyi ama yapamıyorsun. Gerçekten de sosyal medya, oyunlar ve hatta madde kullanımının beynimize etkileri bazı açılardan benziyor.
Mesela maddeler bağımlı olurken başlangıçta haz verir, daha sonra bu haz azalır bu defa maddenin olmaması ciddi bir sıkıntı haline gelir. Yani keyif almak için değil de sıkıntıyı yatıştırmak için madde kullanmaya başlarsınız. Tabi oyunlar madde kadar güçlü değil ama çoğu zaman özellikle bu basit telefon oyunlarını haz verdiğinden değil kafamızı dağıttığı için oynuyoruz.
Bu şekilde sıkıntıyı rahatlatmak için yapılan eylemlere kompülsiyon denir. Mesela bizim psikiyatri asistanlığında nöroloji rotasyonu vardır yaklaşık 3 aylık. Bu rotasyon bizim için biraz stresli oluyor çünkü nörolojide hayati tehlikesi olan hastaları çok daha sık görüyoruz.
Ben rotasyondayken ne zaman gergin olsam Temple Run oyununu açıp canavardan kaçtığımı fark etmiştim. Aslında hiçbir amacı yok sadece el alışkanlığıyla açıyorsun. Sosyal medyada aynı şekilde.
Aynı sigara bağımlısının otomatik olarak elinin pakete gitmesi gibi birçoğumuzun eli kompülsif bir şekilde instagrama gidiyor. İşte biraz kaydırıp bakıp çıkıyoruz. Ya da daha kötüsü çıkamayıp epey vakit harcıyoruz.
Bu bölümü hazırlamadan önce de artık alışkanlık haline getirdiğim instagram anketlerinden birini yaptım. Soru şuydu. Sosyal medyanın iyi hissetmeye etkisi var mıdır? Seçenekler 3 tane var.
Genelde olumlu etkisi vardır. Genelde olumsuz etkisi vardır. Ve pek de bir etkisi yoktur.
Bugüne kadar ilk defa bir konuda bu kadar insan hemfikir oldu ve %70 genelde olumsuz etkisi vardır dedi. Bu bence bir anlamda beklendik, bir anlamda da ilginç bir sonuçtu. Beklendikti çünkü soru da aslında biraz yönlendirici.
Sosyal medya nasıl hissettirir deyince tabii ki insanın aklına hemen sosyal kıyaslama geliyor. Başka insanların belki de gerçeği yansıtmayacak ölçüde mutlu anlarına şahit olup durmanın, işte yemesini, içmesini, gezmesini görmenin sinir bozucu olduğu çok açık. Buna geçen bölümde de değinmiştik.
Bir de sonuçta sürekli başkalarının fotoğraflarını incelediğiniz anlarda muhtemelen siz o sırada çok keyifli bir şeyle meşgul değilsiniz ve evde boş boş oturuyorsunuz. O nedenle sosyal medya zihinde keyifsiz anlarla daha kolay eşleşiyor. Sonuç bir yandan da ilginçti çünkü bu ankete oy veren herkes sonuçta aktif Instagram kullanıcısı.
Madem iyi hissettirmiyorsa o zaman neden kullanmaya devam ediyorlar? Belki de insanlar, yani en azından bir kısmı, ya beni çok olumsuz etkilemiyor ama geneli düşünürsek bence olumsuz etkisi vardır diye düşünüp öyle seçmiş olabilir. Belki bir bölümü de gerçekten kendisine iyi gelmediğini düşünüyordur ama kullanmaya devam ediyordur. Eğer bu ikinci söylediğim şey doğruysa, yani bir şey size kötü hissettirmesine rağmen onu yapmaya devam ediyorsanız bunun iki açıklaması olabilir.
Ya sevdiğiniz bir özelliğinden vazgeçemediğiniz için olumsuzluklarına rağmen devam ediyorsunuzdur ki buna tipik bir örnek olarak bir sürü kötü huyuna rağmen bir sevgiliden ayrılamamayı verebiliriz ya da kötü hissettiriyordur ama yapmadığınız zaman daha da kötü hissediyorsunuzdur. Buna örnek olarak da madde bağımlısının maddeye erişemeyince yoksunluk yaşamasını verebiliriz. Peki önce ilk açıdan bakalım.
Sosyal medyada vazgeçemediğimiz şey ne olabilir? Irving Kaufman, ünlü bir sosyolog, ilk ve en meşhur kitabı 1956'da yayınladığı Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. Kaufman burada insanların günlük davranışlarını tiyatrodaki sahne performansına benzetiyor. Bu yaklaşıma göre insanlar sosyal yaşamda kendilerini belirli bir şekilde sunarak karşısındakiler üzerinde bir etki bırakmaya çalışıyorlar.
Yani aslında herkes günlük hayatta toplumsal rollerini oynuyor. Bu yaklaşımda ön sahne ve arka sahne diye iki farklı sosyal alan var. Ön sahnede herkes toplumun beklentilerine uygun şekilde davranıyor, kendilerini ideal bir şekilde sunmaya çalışıyor.
Burada sadece davranışlarımız değil, aslında giyimimiz, bulunduğumuz ortam, iş yerini nasıl düzenlediğimiz gibi insanların bizim hakkımızda fikir sahibi olabileceği her şey ön sahnenin bir parçası. Arka sahnede bireylerin daha rahat olduğu gerçek kişiliklerini sergileyebildiği bir alan. Bu yaklaşıma dramatürjik analiz deniyor ve sonradan da çok fazla araştırmacıdan destek görmüş bir bakış.
Gerçekten de günümüzün önemli bir kısmını başka insanların bizim hakkımızda ne düşüneceğini yönetmeye çalışarak geçiriyoruz. İnternet olmasa aslında diğer insanlar üzerinde yaratacağımız etki sınırlı. Sonuçta kişilerin yanındayken onları etkileyebiliriz.
Ama yanlarından ayrıldığımızda bizim hakkımızda ne düşünecekleri kontrolümüzün tamamen dışında. Eskiden özellikle kadın erkek arasında sosyal etkileşimin olabileceği ortamlar bugünkünden çok daha sınırlı. O yüzden eski filmlerde hep köy çeşmesinde insanların flörtleşmesine rastlıyoruz.
Ben düğünlerin de bu fonksiyonu nedeniyle bu kadar yaygın olduğunu düşünüyorum. Sonuçta herkesin olabildiğince süslenerek gitmesi doğal karşılanıyor hatta destekleniyor. Sahneye çıkıp oynuyorsun, gençler birbirini süzüyor, anneler çocuklarına gelin ya da damat adayı bakıyor.
Öyle bir ortam. O nedenle geleneksel yaşamda düğünler sadece evlenen çift için değil, katılanlar için de iple çekilen bir etkinlik haline gelebilir. Günümüzde ise çoğu zaman böyle bir etkinliğe ihtiyaç yok.
O yüzden düğünler bence giderek insanların birbirine ayıp olmasın diye ya da onlar da benimkine gelsin diye gittiği şeylere dönüşüyor. Bu anlamda sosyal medya başkaları üzerinde etkimizi kontrol etmede harika bir fırsat sağlıyor. En güzel fotoğraflarımızı, en zekice bulduğumuz esprileri ya da fikirleri, tespitleri 7-24 gözükecek şekilde paylaşabiliyoruz.
Araştırmalar kendi profilini gezmenin öz saygıyı arttırdığını gösteriyor. Mesela reddedilen kişiler kendi profillerini gezmeye daha çok zaman ayırıyorlarmış. Bu arada bu da şimdi aklıma geldi.
Aslında bir düğüne gidip orada çektirdiğimiz fotoğraflarımızı paylaşınca etkiyi katlamış oluyoruz. O nedenle muhtemelen düğünleri de iple çeken bir grup yine vardır. Öz saygıyı beslemesinin yanında sosyal medyanın bir getirisi de tabii ki etkileşim.
Özellikle beğendiğin bir kişiye ilgini belli etmeni çok kolaylaştırıyor. Birinin fotoğrafını beğenmek, bir ifade göndermek ya da yorum yapmak sözel olarak gidip açılmaktan çok daha kolay. Bu bir anlamda sosyal anksiyeti için iyi bir tampon görevi görüyor.
Tinder gibi doğrudan eşleşmeye yönelik uygulamalar zaten bunun çok güçlü bir örneği. Bir başka imkanda tabii ki karşıdakine belli etmeden sinsi sinsi onu takip etmek. Bir kişi ne yer, ne içer, neyden hoşlanır, sevgilisi var mıdır, yok mudur, her şeyi görebiliyoruz.
Aslında bu çoğunlukla kötü hissetmeye yol açıyor. Özellikle de en azından o an için mutlu olmasına sinir olduğunuz bir kişiyi takip ediyorsanız. Bu ayrıldığınız biri de olabilir ya da sevmediğiniz bir kişi de.
Kötü de hissettirse sonuçta bu da bize başka mecraların sunamadığı eşsiz bir imkan. İşte sosyal medyayı kullanmadığımız zaman kendi en iyi halimizi göstermek, beğendiğimiz kişilerle rahatça konuşmak, bazı kişileri gizlice takip etmek gibi tüm bu imkanlardan faydalanmamış oluyoruz. Bu açıdan baktığında başka insanların güzel fotoğraflarını görüp moralinin biraz bozulmasına değer gibi gözüküyor.
Sonuçta gülü seven dikenine katlanır. Tabii bir yandan da sosyal medya üzerinden ticaret yapan ya da işiyle ilgili tanıtımlar yapan önemli bir grup var. Onların da keyifleri kaçsa bile kullanmaya devam etmeleri çok doğal.
Beğenme ve beğenilme dışında işin bir de sosyal destek boyutu var. İnsan doğal olarak duygularını paylaşmaya istek duyar. Hem sevinci hem üzüntüyü paylaşmak iyileştirici bir şeydir.
Olumlu duyguları paylaşmak sevdiğiniz kişilerin de bununla mutlu olduğunu görmenizi, bir şeyler başardıysanız gıptayla bakıldığınızı ya da belki sevmediğiniz kişilerin de kıskandığını düşünmenizi sağlıyor. Olumsuz duygularda hem olayı normalleştirmek, yıkıcı etkilerini azaltmak için, hem de başkalarından destek ya da tavsiye almak için paylaşılıyor. Kolaylıkla çok fazla insana ulaşabilme imkanı bu anlamda çok iyileştirici bir şey.
Hatta bir araştırmada depresyon hastalarının içe kapanıp izole olmaları nedeniyle sosyal destekten mahrum kaldıkları ama sosyal medyanın bu konuda telafi edici rolünün olduğu öne sürülmüş. Tabii duyguları kolayca paylaşmanın da kötü tarafları var. Sosyal medya toplumsal kamplaşmayı, zorbalığı, öfkeyi, linç kültürünü bir şekilde arttırıyor.
Bir tehlikesi de çok öfkelendiğiniz bir anda gaza gelip hemen sesinizi herkese duyurabiliyor olmanız. Eskiden olsa evde haberleri seyredip kendi kendine sövecek kişi, bir anda internette okuduğu bir şeye sinir olup bir şeyler yazıp davalık olabiliyor. Kötü hissettirmesine rağmen bir şeye devam etmenin bir başka sebebi de yokluğunda daha da kötü hissetmek demiştik.
Sosyal medya içinde İngilizce kısaltmasıyla FOMO'da denen bir şeyleri kaçırma korkusu bu rolü oynuyor. Bir fırsatı kaçırma ya da başkalarının yaptığı bir şeyden geri kalma çok rahatsız edici bir his. Bu his borsalarda kaybedilen paraların ve aslında her türlü dolandırıcılığın da en büyük yakıtı.
Herkesin gördüğü, herkesin konuştuğu konulardan geri kalmak istemiyoruz. Sosyal medya birçok kişi için hem kişisel hem de toplumsal gündemi takip etmede çok önemli bir araç. Tüm bu boyutları düşündüğümüzde insanların kötü hissettiriyor demesine rağmen sosyal medya kullanmaya devam etmeleri çok da tuhaf değil.
Peki gerçekten kötü hissettiriyor mu? Objektif olarak bunu saptamış çalışma var mı? Facebook 2004 yılında kurulmuş, 2006'da da genel kullanıma açılmış, daha 2007'den itibaren bu konuda araştırma yapılmaya başlanmış. Dolayısıyla çok fazla çalışma var. Kişilerin uzun süre takip edildiği çalışmalar, sosyal medya kullanmanın olumsuz etkilerinin aslında çok da güçlü olmadığını gösteriyor.
Etkinin nasıl olduğu bireysel kullanım tarzına göre değişiyor. Yani sosyal medya iyi mi kötü mü diye sormak yerine aslında nasıl kullanılırsa iyi olur sorusuna odaklanmak daha mantıklı. Bir anlamda aynı matbaa iyi mi kötü mü diye bir tartışmanın yersiz olması gibi.
Peki ne yapalım? Bitirirken detaylara girmeden araştırmaların sonuçlarını özetleyeyim. Genel bir ifadeyle sosyal medyayı gerçek yaşamdaki bağlarımızı güçlendirmek için bir araç olarak kullanmak mantıklı görünüyor. Yani pasif olarak sürekli ekranı kaydırıp insanları takip etmektense, sevdiklerimizle etkileşim kurmak, mesaj atmak, yorum yapmak iyileştirici ve bağları güçlendirici bir etki yapıyor.
Aktif kullanım denen şey sürekli durum güncellemesi yapmak, kendi profilinin nasıl göründüğüne, kaç kişinin beğendiğine aşırı kafa yormak değil. Bu özellikle ergenlik çağında kötü geliyor. Esas yararlı aktif kullanım diğer insanlarla sohbet etmek.
Bu şekilde kullanım içinde günlük yaklaşık yarım saatlik bir sınır yeterli görünüyor. Ne kadar kullandığınızı yanında bir de ne zaman kullandığınız da önemli. Özellikle parlak ışığın uykunuzu kaçıracağı saatlerde kullanımı iyi deyin.
İyi bir uykunun iyi hissetmede neden önemli olduğunu da 5. bölümde anlatmıştık. Sonraki bölümde görüşmek üzere.
Comments